İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 150. kuruluş yıl dönümü için yapılan çağrıyı, gençler arasında kültürel bağlantıların kurulması açısından bir fırsat olarak gördük. Karaburun Gençlik Meclisi üyeleri olarak, Yarımada’nın kültürüne ışık tutacak, bizlerin bakış açılarıyla kentimizin tarihini oluşturan kesitleri yorumlamamıza olanak sağlayacak, Yerel Tarih Yarışması’na katılmayı istedik.
Ön başvuruyu Ağustos ayında projeyi Kasım sonunda teslim ettik. “Yarımadada Kıl Keçileri ve Yetiştiricileri” başlıklı projemiz ile; Karaburun’da ayakta durmaya çalışan kadim bir kültürün yok olma sürecini, hayatları ve geçim kaynakları ellerinden alınan karakeçilerinin sahipleri ile söyleşerek Yarımada tarihine ekonomik – toplumsal – kültürel bir not bıraktık. Bu proje ile tüm zamanlar arasında bir köprünün kurulabilmesini hedefledik.
Yarışmada 19-24 Yaş Kategorisinde 1. olduğumuzu 10 Aralık’ta öğrendik. Sizlerle paylaştık. Bugün İzmir’in tarihi Havagazı Fabrikası’nda dereceye girenlere ödüller dağıtıldı. Yarımadanın Kıl Keçileri ve Yetiştiricilerini konu aldığımız projemizi ödüle değer görenlere ve projemizin ortaya çıkmasına destek olanlara çok teşekkür ediyoruz.
Sözlü Tarih çalışmasına, Yarımada’nın bu kadim kültürünün geçmişine yönelik sorduğumuz merak dolusu sorularımızla başladık. Sordukça kapılar tek, tek açıldı. Yarımadanın soluk alış verişini hissettik, geçmiş zamana uzun bir yolculuk yaptık. Şimdiki zamanı yaşadığımızda ise yüreğimizin acısı, göz yaşlarımıza karışmıştı.
Bir akşamüstüydü, Mimas’ın poyrazında kuduran dalgalardan gözümüzü alamazken çan sesleri işledi içimize. Arkamızı dönüp buram buram kekik kokan Bozdağ’a baktığımızda onları görmek mümkün değildi ama bütün gün karınlarını doyurmak için dolaştıkları sarp kayalıklardan ağıllarına geri döndüklerini biliyorduk. Çobanların sürüye seslenişlerini duyuyorduk. Bize adeta komik gelen bu sesler, her sürü çobanıyla kara keçileri arasında birbirlerine kalpten bağlı bir dildi. Öyle ki başka birisi aynı sesleri çıkararak seslense asla dönüpte bakmazlardı.
Nerede yaşıyorlar? Kimler çobanlık yapıyor? Peynirleri nasıl yapıyorlar ? vb.sorularının peşine düştüğümüzde ise maalesef olayın diğer yüzüyle karşılaştık.
Bir aile düşünün ki ; 5 kuşaktır sadece kara keçiden karın doyuruyor. Nerede doğdunuz, ne kadar zamandır bu işle meşgulsünüz sorusuna ; “evladım ben başka iş, yer bilmem anam beni damda doğurmuş” diye karşılık veriyordu, çoban. Bugün gelinen noktada RES şirketleri tarafından her yanı çevrilmiş Yayla Köyü’nde 9 sürü bulunuyor. Bu sürülerin hepsi 2 aile ile ortak. RES Santralleri için kiralanan alanlar köyün kenarındaki bütün kışlakları kaplıyor. Bu yetmezmiş gibi birde özel zeytin ağaçlandırma sahaları var, yüzlerce dönümü kiraya verilmiş. Koruma amaçlı etrafı çevrilen araziler dedesinin, dedesinin, dedesinden beri burada hayvancılık yapan, yürürken aynı taş yüzünden dedesiyle aynı yerde ayağını burkan çobanın patikalarını elinden alıyor. Bölgede yoğunlaşan yatırımlar, zaten neredeyse kalmayan meralara “-nereden geçersen geç” diyerek, teller arası 3-5 metre bile bırakmadan bir kültürün kaybolması için önüne en büyük taşlardan birisini koyuyor, çobanın.
RES Santrallerinin bulunduğu alanlar dışında türbinler için açılan iletim hatları Karaburun/İzmir yolundan geniş. Yol açmak için yok edilen bitki örtüsü yetmezmiş gibi inşaat aşamasında ortaya çıkan toz, geriye kalan makilikleri örtüyor. Bu çetirleri keçiler yemiyor, yeseler de toz sebebiyle ciğer hastalıklarına tutuluyor. Bu gün kavga dövüş hala geçimlerini bu işten sağlamaya çalışan ailelerin çocukları bu kültürü yaşatmanın hayalini kuramıyor. “Bu hayvancılık olmazsa bizim burada yaşamamıza hiç gerek yok” diye isyan eden sürü sahipleri, “çocuklar devam etmezse Yaylaköy’den göçeceğiz” diyerek niyetlerini ortaya koyuyor.
Bugün dünya sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşımın zorluğunu konuşurken, dağda taşların arasında çıkan otla, kekikle hayvanlarını beslemeye çalışan çiftçinin önü işte böyle kesiliyor. Yarımadada, mera kalmadığında, hazır yemlerle hayvanlarını beslemeye mecbur bırakılan, yem fiyatlarına boyun eğmeyen çobanlar, hayvancılığı bırakmak zorunda kalacak.
Şimdi soruyoruz size, aranızda sağlıksız gıdalarla beslenmekten memnun olan var mı ? Doğadan ve doğallıktan zorla uzaklaştırıldığımızın farkındamısınız? Neden organik pazarlar ve normal pazarlar ayrı? Farkında olmadan hergün zehir yediğimizi biliyormusunuz?
Bugün Yarımadada yatırımlardan kaynaklı yaşadığımız sorunlar bir kültürün kaybolmasına, insanların sağlıklı gıdaya ulaşımının daha da zorlaşmasına ve en önemlisi de yerelinin zorunlu göç etmesine sebep olacak.
Yarımadada sürü sahipleri çok dertli, “dağlarımıza zulüm ediliyor” diyorlar, “doğaya yapılan zulmün hesabı da bedeli de çok ağır olur” diyorlar en önemlisi de “ canınızı verin, dağlarınızı vermeyin” diyorlar..
Gelin Yarımada için, bu kadim kültür için, sağlıklı gıda için Karaburun’un Karaburun olarak kalması için el ele verelim.
Sevgi ve Barışla.
Goncagül KARAAĞAÇ EKİCİ
Gözde KARAHAN
Meltem GÜME
Dilşad FIRAT