Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması ve “yenilenebilir-temiz enerji” teziyle başlayan RES yatırımı furyası ile, zengin biyolojik çeşitliliğe sahip ekolojik önemi olan bölgeler, tarım alanları, meralar, doğal-tarihi-kültürel varlıkve turizm bölgeleri RES projelerine tahsis ediliyor.
Plansız, çok yoğun ve tek değerlendirme kriteri “yüksek rüzgar verimi” olan RES yatırımlarıyla Ege’nin doğal-sosyal-kültürel-ekonomik değerleri hızla ve geri döndürülemeyecek biçimde yok oluyor. (RES alanları sadece; rüzgar hızı > 7 m/s, kapasite faktörü > %35 kriterlerine göre belirleniyor.)
Ege bölgesi %39’luk bir oranla, Türkiye’de işletmeye alınan ve inşa halinde olan RES’lerde ilk sırada yeralıyor. İzmir %19’la en fazla RES yatırımının yapıldığı kent. Bölgede, lisans verilmiş ancak yatırımına henüz başlanmamış toplam 780 Mw gücünde proje daha var. Bunun %40’ı İzmir’de. % 18’i Muğla’da.
Mevcut RES’lerin bölgedeki yıkımı sürerken, 131 adet RES projesinin daha ön lisans başvurusu EPDK tarafından değerlendirmeye alındı. Bunların kapasitesi, bölgede işletmeye alınan ve inşaatı devam eden RES’lerin iki katına yakın. İzmir’de 43 (23’ü Bergama’da), Muğla’da 21, Aydın’da 9 proje değerlendirme aşamasında.Edirne, Kırklareli, Çanakkale ve Balıkesir de bu talanın tehdidi altında.
Bu vahim tablo, dünyanın akciğerleri ormanlar, doğal bitki örtüsü, flora ve fauna, doğal ve kültürel varlıklar yok edilirken “yenilenebilir-temiz enerji” maskesiyle örtülemez.
Öte yandan Türkiye’de enerji ihtiyacı da tartışma konusudur. Türkiye’de elektrik arzı tüketimden daha fazladır. Mesken, sanayi, tarım, hayvancılık, balıkçılık sektörlerinde enerji tüketiminde son 4 yılda düşüş yaşanırken, yalnızca ticaret sektörü tüketimi yaklaşık 2 kat artmıştır. Enerjide kullanılmayan kapasitenin kurulu güce oranı %21, kayıp kaçak oranı %17’ler civarındadır. Böyle bir tablo karşısında, doğal, kültürel değerleri tahrip eden, tarım, hayvancılık veturizmle birlikte yerelden kalkınma iradesini yok sayan, plansız, sınırsız RES yatırımlarının, gerçek kamu yararı ilkesiyle irdelenmesi acil bir zorunluluktur.
Ekosistemler ve biyolojik çeşitlilik yok oluyor
Doğayı ve çevreyi korumakla yükümlü olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülen ÇED süreçlerinde çok ciddi sorunlar yaşanıyor. ÇED kararları proje dosyası üzerinden -bölgeyi etkileyen diğer proje/yatırımlar dikkate alınmadan, yani kümülatif etki / çarpan-toplam etki değerlendirmesi yapılmadan alınıyor.
Üstelik değerlendirmelere esas olan ÇED raporları, parası yatırımcı firmalar tarafından ödenen danışmanlık firmaları tarafından, bilimsellikten uzak, sahada, uzun süreler gerektiren flora-fauna, sosyal yaşam gözlemleri yapılmadan, neredeyse kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırlanıyor.
ÇED süreçlerine halkın, yerel paydaşların katılımı ise yalnızca yazılı prosedürün tamamlanması biçiminde ele alınıyor. Tam da bu nedenle halk birçok bölgede, bu oyunu bozmak için sözde ‘halkın katılımı toplantılarına katılmayarak protesto ediyor.
Bu durumda; RES inşaatı için yapılan hafriyat, sadece türbinler ve kanatlarının taşınması ile diğer tesisler için açılan/genişletilen yollar, yeraltı yerüstü iletim hatları inşaatı sonucu fiziki coğrafyaların, bu ölçüde bölünüp parçalanması, doğal yaşam ve ekosistemler açısından yıkımdır. Böyle giderse zengin flora ve fauna varlıklarının ağır bir yokoluşa sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır.
RES’ler habitat, doğal yaşam alanı ve vejetasyon yokoluşu ve kaybına; bariyer etkisi yaratarak kuşların uçuş ve göç yollarını değiştirmek zorunda kalmalarına ve türbin kanatlarına çarpmalarına yol açmaktadır.
Türbinlerin, yeraltı ve yerüstü iletim tesislerinin yarattığı etkilerin arılar ve yarasalar üzerindeki etkilerini, dünyadan örneklerle ortaya koyacak bilimsel raporlara ihtiyaç vardır.
RES proje alanları ile bu alanların içinde yer aldığı bölgelerde en az 4 mevsimlik/2 yıl çok yönlü bilimsel gözlem yapılması gerekliliği bilim insanlarınca önemle belirtilmektedir.
RES’lerin kuşlar, yarasalar ve arılar üzerindeki olumsuz etkileri tüm dünyada artık kabul edilen bir olgudur. Özellikle Ege ve Marmara bölgelerinin kuşlar açısından biçer-döver gibi çalışan türbinlerle kaplanmasının, yarasa ve arı popülasyonundaki azalmanın ekosistemler üzerinde yol açacağı etkilerin çok dikkatle irdelenmesi gereklidir.
Tesis alanlarını ve açılan yolları su baskınından korumak gerekçesiyle açılan drenaj kanallarının, genel alanda toprağın doğal su almasını engellemesi sonucu ortaya çıkan tahribat, doğal bitki örtüsünün sıyrılması ve ormanların yok edilmesiyle artacak ve erozyon riski ciddi sonuçlar doğuracaktır.
İnsanların ve tüm canlıların birlikte, doğayla uyum içinde yaşayabilmesini sağlamanın yollarından biri, bilimsel bilgiye dayanarak yerelle birlikte bölgesel ve yerel mekansaldüzenleme/planlama yapılmasıdır.
Sağlıklı ortamda yaşam hakkı elimizden alınıyor
DünyadaRES’lerin, gürültü, düşük frekanslı ses, gölge ve titreşim etkisi, elektromanyetik alan gibi faktörlerle insan sağlığına olumsuz etkileri üzerine pek çok araştırma yapılmış ve 1.5 km’nin altındaki setback mesafelerinin(türbinlerin yerleşim alanlarından uzaklıkları) güvensiz olduğu sonucuna varılmıştır. Pek çok ülkede rüzgâr türbinlerinin konutlara, yerleşim alanlarına uzaklıklarına ilişkin yeni yasal düzenlemelere gidilmektedir.
Türkiye’de RES’lerin insan sağlığına olumsuz etkileri açısından çok önemli olan mesafe kriterlerine ilişkin hiçbir düzenleme bulunmamaktadır. RES’lerin konutlara çok yakın mesafelerde, hatta yaşam alanlarının içinde kurulmasına izin verilerek, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı elimizden alınmaktadır.1.5 km’nin altındaki setback mesafelerinin güvensiz olduğunun kabulünü sağlayacak çalışmalara ihtiyaç vardır.
RES proje raporlarında yalnızca ‘’Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği’’ sınır değerleri kullanılarak yerleşime en yakın tek bir türbin için 50-70 desibel gürültü seviyesi hesaplanmaktadır. Bu veri, Yönetmeliğin, hava alanları, şantiye alanları, yerleşim alanlarındaki endüstriyel tesisler için çevresel gürültü sınır değerleridir.
Üstelik bu hesaplamalarda, türbin sayısıyla artan kümülatif gürültü/ses etkisi ve sese maruz kalma süresi dikkate alınmamaktadır. Örneğin, hedef noktada maksimum 50 dBa olarak verilen ses düzeyi, aynı doğrultuda ve 200-250 metre arayla konmuş beş adet türbinin yarattığı arka plan sesin de ilavesiyle, eve ulaştığında 57.2dB seviyesine, birsert yüzeye çarptığında ise 63.2 dB değerine ulaşabilmektedir.
İnsanlar, 365 gün 24 saat bu gürültüye maruz kalmak zorunda bırakılıyor. Tarım ve hayvancılıkla geçinenler, turizm bölgelerinde yaşayanlar türbinlerin çok daha yakınında, bu değerlerin çok üzerinde (70-106 dBa) bir gürültüye maruz kalıyor.
Sosyal-ekonomik yaşam tehdit altında
Örneğin Ege’nin, kültürel-tarihsel mirası, zeytinlikleri, tarım ve mera alanları, turizm bölgeleri, imar planları da gözardı edilerek, karar alma süreçlerinde yerel yönetimler ve yerel paydaşlar yok sayılarak, RES firmalarına tahsis ediliyor.
Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması derken, tarım ve hayvancılıkta dışa bağımlılık sorunu katlanarak büyüyor. Gürültü, görüntü kirliliği ve tahrip edilmiş doğa ile özellikle Ege ve Marmara bölgelerinin turizmi risk altına sokuluyor.
ÇED raporlarında projelerin bölgedeki sosyal etkileri, yalnızca sağlayacağı varsayılan istihdamla sınırlı tutuluyor -ki bu, RES projelerinde çok az sayıda ve çoğu inşaat tamamlandıktan sonra işten çıkarılan vasıfsız işçileri kapsıyor. Plansız yatırımların göçe neden olacak ölçüde vahim sosyal sonuçları görmezden geliniyor.
RES’lerin özellikle Ege ve Marmara bölgelerine yayılarak, standartsız, bütünleşik yaklaşımdan uzak bir anlayışla kurulmasına karşı yaşam hakkı mücadelesinin olmazsa olmaz ayaklarından biri hukuk mücadelesidir.
Ancak bu alanda da, ulusal mevzuat eksikleri, mevcut sınırlı mevzuatın bile kurumlarca doğru biçimde uygulanmaması ve hep firmalar lehine yorumlanması, halkın süresi içinde yargıya başvurabilmesi için bilgiye erişimindeki güçlükler, karşılanamayacak boyutlara varan bilirkişi masrafları, yargı kararlarının uygulanmasında yaşanan sorunlar, yargı süreçlerinin doğa katliamlarının önüne geçemeyecek kadar uzun olması gibi pek çok ciddi sorun yaşanıyor.
Şimdiki ve gelecek kuşakların sağlıklı bir çevrede yaşam haklarının korunması amacıyla, çevresel konularda bilgi ve belge edinme, karar vermede halkın katılımı ve yargıya erişim konularını ele alan Avrupa Birliği’nin çevre alanındaki Anayasası sayılabilecek Aarhus Sözleşmesi’ni ve “BM Sınırı Aşan Durumlarda Çevresel Etki Değerlendirmesi (Espoo) Sözleşmesi”ni Türkiye’nin imzalamamış olması da bu süreçlerin sağlıklı işlemesinin önünde önemli bir engel teşkil ediyor.
Termik ve nükleer enerjiye karşı bazı çevrelerce yaratılan, “yenilenebilir temiz enerji kaynağı RES’ler” algısı, “enerji ihtiyacı” gibi olgular nedeniyle, RES uygulamalarının neden olduğu yıkımın kamuoyuna aktarılmasında yaşanan güçlük de bu mücadelenin kısıtlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Ortak yol haritası
Çevre sorunlarının karmaşıklığı, çok yönlülüğü, sınır tanımayarak herkesi etkilemesi ve bu sorunların ortaya çıkışında herkesin payının olmasının yanı sıra, çevresel varlıkların herkese ait olması, çevre sorunlarıyla mücadelede başvurulacak tedbirlerin herkesin menfaatini ilgilendirmesi ve bu tedbirlerin etkili şekilde belirlenip uygulanmasının herkesin katkısına bağlı olması gibi birçok husus, çevresel sorunlarla mücadelede en genişkatılımı, çevre mücadelesinin en önemli unsurlarından biri haline getirmiştir.
Bu noktada, başta meslek odaları ile üniversiteler olmak üzere ilgili tüm kurum ve yapıların, RES projelerinin yıkıcı etkileri konusunda çalışmalara öncelik vermesi ivedi bir sorumluluktur.
Neler Yapılmalı?
1- RES’lerin, bütünleşik bir yaklaşımla, sosyo-ekonomik yaşam (tarım, hayvancılık, turizm…) üzerindeki olumsuz etkilerinin ve alternatif maliyetininkamu yararı ilkesi ile tanımlanarak kamuoyunun ve karar vericilerin dikkatine sunulması gereklidir.
2- Ekolojik temelli bilimsel araştırma raporları hazırlanarak bir yerel varlık yönetim çerçevesi oluşturulmalı; yer seçimi ile risk değerlendirmeleri yapılmalı, mekansal izleme sistemi kurulmalıdır.
3- Yatırımların bölge üzerindeki toplam ve her bir yatırımla katlanarak artan çarpan etkilerinin değerlendirilmesi şarttır. Bu sorumluluk, proje sahibi firmalar tarafından finanse edilen danışmanlık şirketlerine verilemeyecek kadar önemlidir.
4- RES’lerde bölgenin doğal, coğrafi, fiziki, iklimsel, sosyal, ekonomik ve kültürel özellikleri temelinde taşıma kapasiteleri belirlenmelidir.
5- RES ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili politika, planlama ve programları Stratejik Çevresel Değerlendirme kapsamına alınmalıdır; RES’lerde yer seçimi için daha kapsamlı kriterler, uzmanlar, bilim insanları, ilgili meslek kuruluşları, yerel yönetimler ve yerel dinamiklerle birlikte belirlenmeli ve yasal olarak yürürlüğe konmalıdır.
6- RES’ler tarım alanları ile mevcut ve potansiyel turizm alanlarına, ormanlar ve meralara kesinlikle kurulmamalıdır.
7- RES’lerin kurulduğu yerlerde: Ekosistem-biyoçeşitlilik bilgileri, flora-fauna varlıkları bilim insanlarınca kayıt altına alınmalı, RES’lerin olumsuz etkileri değerlendirilmelidir.
Üniversiteler, meslek odaları, yerel yönetimler ve yerel dinamikler bir biyoçeşitlilik, flora-fauna türlerinin habitat ve yerleşim alanları ve fitocoğrafik özellikler, tarihi yapılar ve turistik özellikler/önem haritasını bölgeler bazında hazırlamalı ve bu haritada belirlenen alanlar yasal koruma altına alınmalı; yerel halk bu tür proje çalışmalarının paydaşı olarak değerlendirilmelidir.
8- ÇED süreci şekilsel bir işlem ve prosedür olmaktan çıkarılmalı,mevzuatın uygulanması ve ÇED süreçlerine halkın gerçek anlamda katılmasını, halkın ve yerel dinamiklerin kendi yaşam alanları üstünde söz sahibi olmasını sağlayacak düzenleme ve uygulamalar için baskı yaratılmalıdır.
Yerel halkın karar verme süreçlerinekatılımı sadece Halkın Katılımı toplantılarıyla sınırlı kalmamalı; sürecin başından itibaren, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, bağımsız uzmanlar ve halkın bir arada olacağı, ilgili faaliyetin akıbetini belirleyecek bir ağırlığa sahip olmalarını sağlayacak bir yöntem işletilmeli/bir yasal alt yapı oluşturulmalıdır.
9- İlgili meslek odalarınca doğa hakkının korunması, doğa tahribatının engellenmesi yönünde mesleki etik kurallar oluşturulmalı, üye-meslektaş denetim süreçleri işletilmelidir.
10- Türkiye, şimdiki ve gelecek kuşakların sağlıklı bir çevrede yaşam hakkının korunması amacıyla, çevresel konularda bilgi ve belge edinme, karar vermede halkın katılımı ve yargıya erişim konularını ele alan Avrupa Birliği’nin çevre konusundaki Anayasası sayılabilecek Aarhus Sözleşmesi’ni imzalamamıştır. Türkiye Sözleşmeyi imzalayan tüm Avrupa Birliği üyeleri ile bunların dışındaki 43 ülkenin dışında kalmayı seçmiştir. Türkiye’nin Aarhus Sözleşmesi’ni çekincesiz imzalamasının sağlanması öncelikli konudur. Bu, RES projeleri dahil çevre cinayetleri ile yok edilme tehdidi altında bırakılan doğal yapı ve üzerindeki habitatı geri dönüşsüz bir şekilde tahrip olmaktan korumanın aracı olacaktır. Çevre/Doğa hareketinin, bu konuda çevre hukuku uzmanlarının ve ilgili meslek odalarının bilgisine ve yönlendiriciliğine ihtiyacı vardır.
Çevresel konularda halkın, yerel dinamiklerin karar alma süreçlerine katılımını güçlendiren “BM- AB Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Karar Almada Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru (Aaurhus) Sözleşmesi” ve “BM Sınırı Aşan Durumlarda Çevresel Etki Değerlendirmesi (Espoo) Sözleşmesi”nin imzalanarak yürürlüğe girmesi sağlanmalıdır.
Çevre alanındaki uluslararası sözleşmeler imzalanmalı, uyum yasaları süratle çıkarılmalıdır.
11- Belli bir faaliyetin/uygulamanın çevre açısından olumsuz ve zararlı sonuçlar doğuracağı hakkında ciddi bir şüphe bulunması halinde, hukuksal bir kanıtın ortaya çıkmasını ve mahkeme kararını beklemeden, yani çok geç olmadan önlem alınması anlamına gelen “İhtiyat İlkesi”, çevre mevzuatında yer almalıdır. ÇED süreçlerinde, risk varsa, bu tür olumsuzlukların gerçekleşmesi beklenmeden bu ilke uygulanmalıdır
RES’lerin çevre ve halk sağlığı açısından hassas bölgelere ve yerleşim yerlerine mesafeleri (set-back) konusunda yasal düzenlemeye gidilmesi gereklidir. Bu konuda TBB, TTB ve TMMOB koordinatörlüğünde acil bir yasal düzenleme önerisi hazırlanmasına ihtiyaç vardır.
12-Gezegenimizin en önemli çevre sorunlarının başında gelen Küresel İklim Değişikliği sorununa çözüm olarak getirilen RES’ler ve bunların tahripkar uygulamaları, gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere pek çok ülkede, sorun olarak kamuoyu/araştırmacılar/yerel yönetimlerin gündemindedir. Bu çerçevede, uluslararası işbirliği, bilgi alış-verişi ve dayanışmanın geliştirilmesi önemlidir.
13- Bölgelerdeki sivil girişimlerin/odak kişilerin, oluşturulacak bir iletişim ağı üzerinden sürekli haberleşmesi ve dayanışma içinde olmaları, karşılıklı destek ve bilgi/deneyim paylaşımlarının yanı sıra, kamuoyunda farkındalık oluşturması, kamuoyu baskısı yaratması açısından bu mücadelede çok önemli bir araçtır. Güven ve kamuoyu oluşturmada bu ilişki/iletişim ağı yaşamsal önem taşımaktadır.
Aynı işbirliği ve dayanışmanın, ilgili bilim insanları, meslek odaları, barolar/avukatlar, teknik uzmanlar arasında da sağlanması için girişimde bulunulması büyük önem taşımaktadır.
14- Başta İBB olmak üzere yerel yönetimlerin, Ege Bölgesi için yaşamsal bir sorun haline gelen RES yatırımlarını öncelikli konuları arasına almaları beklenmelidir. Kent Konseyleri ve ilgili sivil yapıların birlikte girişimiyle sorun ivedilikle yerel yönetimlerle paylaşılmalı, Ege Bölgesi yerel yönetimlerinin ortak iradesini ortaya koyacakları bir zemin oluşturulmalıdır.
Küresel ısınma ile birlikte, doğayı korumak görevi yerel yönetimlerin birincil görevi haline gelmiştir. Bunun için yerel demokrasi güçlendirilmeli Avrupa Birliği’ninkonu ile ilgili yerel yönetimler uyum yasaları hızla çıkartılmalıdır.
RES’lerin ve benzeri projelerin uygulanacağı bölgelerin ekolojik ve ekonomik işlevlerini sürdürebilecek, yerel varlık ve peyzaj bütünlüğünü bozmayacak bütünlükte kalması ve parçalanmaması için aktif koruma anlamına gelen yerel kalkınma stratejileri hazırlanmalı ve uygulanmalıdır.
Halkın yerinden yönetiminin temsilcileri olan yerel yönetimlerin ruhsat verme, planlama vb. yetkilerinin daraltılması, yetkinin valilik ve Bakanlığa devredilmesi gibi düzenlemeler, karar alma süreçlerinin çevre aleyhine sonuç doğurmasına yol açmaktadır. Yerel yönetimlerin çevresel konularda karar alma süreçlerine etkin katılımı sağlanmalıdır.
15- Öncelikle Ege Bölgesi RES sorununun TBMM gündemine taşınması için temsil yeteneği yüksek bir heyetin oluşturulması, bu heyetin Çevre ve Şehircilik Bakanı ve Enerji Bakanı ile görüşmesinin sağlanması, Ortak Açık Mektuplar kaleme alınması, Ortak Basın Toplantıları gibi ortak girişimler öncelikle değerlendirilmelidir.
16- Öncelikle Ege Bölgesi RES sorunu uluslararası çevre kuruluşları, finans sağlayıcıları ve diğer uluslararası yapılara ivedilikle aktarılmalıdır.
17- Enerjide kullanılmayan kapasitenin kurulu güce oranı %21’dir. Bireysel ve toplu enerji tüketimini, kayıp/kaçak oranını (%17) azaltacak ve enerjide potansiyel tasarrufu (%30) sağlayacak önlemler alınmalıdır.
Enerji, yöresel gereksinimi karşılayacak kadar ve en yakın kaynaktan/yerelden sağlanmalıdır.
18- Türbinlerin, yer altı ve yerüstü iletim tesislerinin insan sağlığı üzerindeki, özellikle kümülatif etkilerini (aerodinamik gürültü, fiziksel, fizyolojik/somatik, psikolojik, infrasound, stres…) dünyadan da örneklerle, ortaya koyacak bilimsel bir rapor hazırlanmalıdır.
RES türbinlerinin yanı sıra manyetik alanlar yaratan yer altı ve yerüstü iletim hatlarına ilişkin bütünleşik bir planlama yapılmalıdır.
“YENİLENEBİLİR TEMİZ ENERJİ” MASKESİ ALTINDA DOĞANIN, EKONOMİK-SOSYAL-KÜLTÜREL VE TARİHİ VARLIKLARIN, YERELDEN KALKINMA İRADESİNİN HIZLA VE GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYACAK BİÇİMDE YOK EDİLMESİNİN ÖNLENEBİLMESİ İÇİN, YAŞAM HAKKI VE YAŞAM ALANLARIMIZI SAVUNMA MÜCADELELERİMİZİ ORTAKLAŞTIRMAK, İLETİŞİM, İŞBİRLİĞİ VE DAYANIŞMANIN SÜREKLİLİĞİNİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNİ SAĞLAMAK ÜZERE, 19-20 MART 2016’DA DÜZENLENEN “RÜZGAR YAŞAMDAN YANA ESSİN EGE BÖLGESİ RES ÇALIŞTAYI”NDA “RÜZGAR YAŞAMDAN YANA ESSİN İNİSİYATİFİ”Nİ OLUŞTURDUK.