Merhaba


Karaburun Yarımadası Yerel Gündem 21 olarak son bültenimizi doğa koruma adına işlev görmesi amacıyla hazırladık.

Akademisyenlerin, bilim insanlarının, eko sistemin korunması adına çalışan örgüt temsilcilerinin görüşlerine, yereli tanıyan, denizin değerini bilen kıyı balıkçımızın sözlerine yer verdik.

Karaburun Yarımadasının kara ve deniz eko sisteminin bir bütün olarak korunması gerektiğini vurguladık.

Yarımadanın değerlerini belirtirken, sorunlara da değindik.

Yıllardır doğa koruma adına gönüllü görev üstlenenler olarak gözlemlerimizi, saptadıklarımızı paylaştık.

Sadece Yarımada adına değil bir bütün olarak denizlerin korunmasına yönelik görüşlere, çözüm önerilerine ağırlık verdik. Greenpeace tarafından yürütülen kampanyalara geniş yer ayırdık ve Akdeniz için Deniz Rezervleri başlıklı yazı içeriğini sizlerle özellikle paylaştık. Bu önemli kampanyaya gereken desteğin verilmesini ve yetkililerin konuya duyarlı olmalarını bekliyoruz.

Karaburun Yarımadasının sadece yaşanacak, sağlıklı yaşlanılacak bir coğrafya olmayıp, korunması adına herkesin, tüm birimlerin sorumluluk içinde olması gereken bir coğrafya olduğuna inanıyoruz.

Evrensel düşünüp yerel davranmanın, yaşadığımız yere sahip çıkmanın bizce önemi büyük.

Gelecek kuşaklar için tüm değerleri koruyup, yaşatmak için görevlerimiz olduğunu unutmamalıyız.

Yerel Gündem 21 olarak önümüzdeki süreçte de sorunların çözümü için yetkili ve ilgili tüm birimlerle diyalog ve işbirliği içinde olacağız. İlgili tüm tarafların sorunların çözümü için taraf olup, biraraya gelmesini bekliyoruz.

Yerelden ulusal ölçeğe karar alıcıların sorunların çözümü için duyarlı olmasını, sağlıklı kararlar üretmelerini diliyoruz.

Hep birlikte yaşamak, doğayla uyum içinde olmak ve güzel bir gelecek adına,

Hoşçakalın…

Sorunlar;
Sorunları Yaşayanlarla
Yaşandığı Yer Ve Zamanda Çözümlenir.

Yaşam, Yaşayanlarca
Yaşandığı Yer Ve Zamanda Organize Edilmelidir.

 

Karaburun Yarımadası

İzmir-Çeşme otabanından Karaburun yoluna sapınca, virajlarla dolu bir sahil bandı bizi karşılar. Bu coğrafyayı algılayan ve seven insanlar bu virajlı yolun yarımadayı koruduğunu söylerler. Diğer turizm bölgelerine oranla daha az yapılaşmanın olduğu ve doğal dokunun korunduğu bir bölgedir burası. Ege denizinde başlayan rüzgarın dağılım noktası, Homeros’un sözünü ettiği Rüzgarlı Mimas’tır burası”

Karaburun İlçesi, Mordoğan Beldesi ve 13 köyü, %23 oksijenli havasıyla, tertemiz ve mavinin her tonunu sunan iyotlu deniziyle, biyolojik çeşitliliği, tarihi kültürel dokusuyla, gelişmemiş görüntüsü altında zengin yapısıyla pek çok doğaseverin keşfine açıktır.

Yarımada, dağları, tepeleri, yürüyüş parkurları, kanyonları, sessiz gizemli çakıl plajları, sakin, huzurlu atmosferiyle herkesi etkiler.

Asırlık zeytin, çınar, meşe ağaçlarının yanı sıra mevsimine göre doyumsuz kokusuyla nergiz, sümbül, lale, kireklik (katırtırnağı), zılcan çiçekleri insana bir tazelik, dirilik, temizlik sunar.

Yarımada Zeytinleriyle ünlüdür. Dalından koparılıp yenen hurma zeytini buraya özgüdür. Köy çeşmeleri, zeytin yağı fabrikaları, camileri, kahveleri, taş yolları, insanları ile size doğallığı, yalınlığı sunar.

Bu bölge organik üretilen ve sağlık için önemli bir besin kaynağı olan enginarın yanı sıra adaçayı, defne, kekik, incir, üzüm, keçi peyniri ve narenciyesiyle ünlü.

Yarımadada 204 çeşit kuş, 380 çeşit bitki türü bulunuyor. Nesli tehlike altında olan Ada Martısından (Larus audouinii), Doğanlar ve Şahinlere kadar pek çok kuş türü bu coğrafyada. Eskiden Rumlarla Türklerin barış içinde yaşadığı köyleri, terkedilmiş evleri, mağaraları, çam ormanları ile bu coğrafya trekking tutkunlarının, doğa fotoğrafçılarının tadına doyamayacakları bir bölge”

Koruma altındaki Akdeniz Foku (Monachus monachus) ve habitatları, zengin deniz ekosistemi, geleneksel balıkçılık yöntemleri (çökertme ağı ile dalyancılık) ve zengin balık çeşitleri ile önemli bir bölge. Dalmak, su-altı fotoğrafçılığı yapmak ve karadan Akdeniz Foku gözlemlemek isteyenlerin uğrak yeri. Köylerde yapılan üzüm ve erik şarapları, şifalı otları, reçelleri, yöresel yemekleri ile doğayla eşgüdümü arayan ve doğanın üzerinde baskı kurmayan, onunla birlikte nefes almanın tadını algılayanların yeri Karaburun.

Kitle turizmi yerine alternatif turizme, eko turizme uygun bir coğrafya.

Betondan, gürültüden, şehirlerden, stresten kaçanların, tatilde dinlenme ve yenilenme arayanların sahip çıkması gereken bir yer burası”

Tanımak, yaşamak, yenilenmek, var olmak için, aynı zamanda saygı duymak, korumak, yarınlara taşımak için.

Yarımadayı Birlikte Yaşatalım”

Dünyaya Armağan Edelim”.

“Dünyadaki sorunlar onlara yol açan düşünce düzeyi ile çözülemez”

Karaburun Yarımadası’nı sevmek ve koruma sorumluluğu

Karaburun Yarımadası'nı sevmek ve koruma sorumluluğu

KARABURUN YARIMADASI’NI SEVMEK,

KORUMA SORUMLULUĞUNU DA BERABERİNDE GETİRİYOR.

Her virajını dönerken bir başka kokusunu içine çektiğimiz bu Yarımada, biliyoruz ki çok özel. Biliyoruz ve burada yaşayabildiğimiz için kendimizi şanslı sayıyoruz. Bir başka kentten gelen sevdiklerimizle kim bilir kaçıncı kez yeniden gidiyoruz İncirli Koy’a, Bodrum Koy’una, Ayıbalığı’na, Küçükbahçe’ye. İçten içe gurur bile duyuyoruz böyle bir yerde yaşamaktan, bu değerlerin korunmasında kendi katkımızın ne olduğunu hiç sorgulamadan.

Bir sorumluluğumuz var oysa, sevdiğimiz, değer verdiğimiz tüm diğer varlıklara karşı olduğu gibi. Bir kararla, Yarımada’nın güzelim zeytinliklerini, Gümüldür, Özdere, Güzelçamlı vb. pek çok kıyı yerleşimlerimizdeki gibi “hayalet, terkedilmiş, kendi kendine eskiyen, yılın bir iki ayı içinde yaşanan yazlık konut siteleri”ne dönüştürebiliriz. Gerekli özeni ve sahiplenmeyi göstermediğimizde, nergisin, narenciyenin, enginarın yetiştiği çok sınırlı tarım alanlarını, “Karareis Çiftliği’nin” bu günkü haline dönüştürebiliriz.

Kendine özgü mimarisiyle, doğasına ve birbirine yakışan evleriyle huzur ve dinginlik içindeki köylerimizde insanların soluklandığı, bu güzelliği seyrettiği özel bakı noktalarının önüne, betonarme binaları, bu görüntüye set çeker biçimde inşa edilebildiğini yine görebiliriz ve şaşırabiliriz. Bu yapı buraya nasıl yapıldı diye sorarız sonradan birbirimize, o yapıların nasıl yapılması gerektiği kararları verilirken, yeterince dikkatli olmazsak.

Karar verme yetkisi olan kişi ve kurumlara tüm sorumluluğu yüklemek anlamına gelmemeli yukarıdaki satırlar. Bu Yarımada’da yaşayan herkes, “ben bu coğrafyayı tüm değerleriyle korumak istiyorum” cümlesini tüm kalbiyle söyleyemezse, birkaç yıl sonra kalbindeki Karaburun sevgisini de yerinde bulamayacaktır. Kendi zeytinliğinin “imara açılması ve parsellenmesi”nin pek bir zarar vermeyeceğini düşünmek ama kalan diğer zeytinliklerin mutlaka korunması gerektiğini söylemek ise, en yalın ifadeyle ikiyüzlü bir tutum olacaktır.

Tüm arazi, arsa, yapı sahiplerinin ve Yarımada yaşayanlarının; karar vericilere doğaya ve dokuya aykırı yapılaşma talebi ile gitmek ve siyasi baskı oluşturmak yerine; tam tersine bu değerlerin korunması yönünde baskı oluşturması ve karar verme süreçlerinde etkin ve destek olmaları durumunda ancak bu değerleri korumak mümkün.

Yürürlükteki yasalar, tüm yetersizliklerine karşın, tarım alanlarının, zeytinlik alanların korunmasını zorunlu kılıyor. Kent planlama öğrencilerine birinci sınıftan itibaren bu değerlerin korunmasının “evrensel planlama ilkeleri” olduğu öğretiliyor. Ama yöre yaşayanları bu değerlere sahip çıkmıyor ve karar vericilere bu süreçte yol göstermiyor ve Yarımada’nın korunması sürecinde destek olmuyorsa, on yıl sonra artık zeytinlerimizden, enginarımızdan, nergisimizden söz etmek de mümkün olmayacak.

Ama tersini başarırsak, tıpkı Safranbolu’nun hala Safranbolu olarak, Şirince’nin, Beypazarı’nın hala Şirince ve Beypazarı olarak kalmayı başardığı gibi, Karaburun’uda Karaburun olarak çocuklarımıza geri verebilirsek, işte o zaman gerçekten gurur duyabiliriz.

Doç Dr. Semahat Özdemir
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğr.Üyesi

“ İnsanların yaptıkları kanunlarla, tabiatın kanunları birbiriyle ne kadar uyumlu olursa, yaşam da o kadar zevkli olur”

Karaburun Yarımadası’daki zenginliklerin korunması ile ilgili Kurallar

Karaburun Yarımadası'daki zenginliklerin korunması ile ilgili Kurallar

* Tarihi Çeşmelerimizin üzerine, kıyılarımızdaki taşlara, kayalara, mağaralara yazı yazmayalım, resim yapmayalım. Mağaraların içinde ateş yakmayalım..

* Karaburun Yarımadasında doğal dokuyla uyumlu yapılaşmaya özen gösterelim.

* Anıt Ağaçlara, Zeytinlik ve Tarım alanlarına zarar vermeyelim.

* Avlanırken, dalarken ve her türlü etkinliğimizde doğaya duyarlı davranalım. Kıyılarda, koylarda, adalarda çöp bırakmayalım.

* Denizlerde tekne ile ya da kıyıdan yapılan olta avcılığında içtiğimiz ürüne ait cam, metal, plastik şişeleri denize atmayalım. Deniz altında parlama ve yansıma yapan bu atıklar, hem balıkların denizdeki seyrini değiştirmekte, hem de eğer o bölgede yuvalanmış canlı varsa bölgeyi terk etmesine neden olmaktadır.

* Denizlerimizdeki balık neslinin korunması için küçük boyutta (yavru) balık avlamayalım. Olgunluk çağına gelen bir balığın, yumurtlayınca milyonlarca balık demek olduğunu unutmayalım. Büyüyemeden ve üremeden yakalanan balıkların, kalamar ve ahtapotların avlanması hem balıkçının hem de ekosistemin zararınadır.

* Zıpkınla balık avlayanların Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının denizlerdeki su ürünleri avcılığını düzenleyen sirkülerini bilmeleri gerekmektedir. Sirkülerde, avlanması yasak olan türler ile hangi su ürününün ne zaman avlanmasının yasak olduğu belirtilmektedir.

* Zıpkınla avlanmış su ürünlerinin ticareti yapılamaz. Alımı ve satımı yasaktır.

* Yasadışı kara ve deniz avcılığı yapanları ilgili birimlere bildirelim.

* Ada ve kayalıklarda deniz kuşlarının yumurtladıkları ya da kuluçkada oldukları alanlarda dikkatli olalım. Bu alanlara girmeyelim. Dürbün ile uzaktan gözlem yapalım. Stres alan kuşların yuvalarını terk edeceğini, yumurta ve yavruların korumasız kalacağını unutmayalım.

* Kaçak ağaç kesimi yapanları, anız yakanları, ormanlık bölgede ateş yakanları bildirelim.

* Kıyılardan, dere yataklarından kum ve çakıl alınması yasaktır. Çöp ve molozların dere yataklarına, yol kenarlarına atılmasını önleyelim.

Doğa, insan ve gelecek için soruna değil, çözüme ortak olalım.

Karaburun Yarımadası’ndaki kıyı balıkçısının sesine kulak verelim

Karaburun Yarımadası'ndaki kıyı balıkçısının sesine kulak verelim

Bülteni hazırlarken Mordoğan ve Karaburun’da bulunan balıkçı dostlara da denizimiz ve balıkçılık adına yaşadıkları sorunları sorduk.

Kıyı balıkçılarımız ve geçimini çökertme ağı ile Dalyancılık yaparak sağlayan balıkçılarımız denizlerimizde balığın azalmasından şikayetçi ve çok yakında deniz balığı bulamayacağız diye belirtiyorlar.

Bu sene, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının gırgır ile avcılığı 15 Haziran’a kadar uzattığını ve pek çok balık türünün yumurtalı olduğu dönemde avlanmaması gerekirken avlandığını belirtiyorlar.

Bir balıkçı “ Tarım Bakanlığının bu yıl verdiği karar çok kötü. Projektörlerle avlanan tekneler, yumurtasını denize bırakamayan binlerce kasa balığı avlıyor. Av yasağı 15 Nisan’dan 15 Haziran’a uzatıldı. Sözde açık denizde. Ancak bu uygulama Sardalya, İstavrit, Palamut, Hamsi, Kolyoz, Uskumru ve Lüfer neslini tüketmeye yönelik. Bu dönem balıkların üreme sezonu”.

Diğer bir balıkçı “ Ege’de avlanan gırgır tekneleri deniz dibini 150 mt derine kadar tarayan ağlarla donatılmış. Gece dev projektörlerle ışığa çekilen yumurtalı balıklar katlediliyor” diyor.

Bir başkası da denetim eksikliğinden yakınarak kıyıya çok yakın yapılan trol avcılığının kıyı balıkçısına çok zararı olduğunu belirtiyor ve ekliyor “ Trol avcıları Tarım Bakanlığının sirkülerine göre 15 Nisan ve 15 Eylül tarihleri arasında avlanamaz, ayrıca sahilden en az 1,5 mil açıkta avlanmalı. Yasa böyle iken hem av yasağı dönemi çiğneniyor, hem de sahile çok yakın yerde yasadışı avlananlar var. Karaburun’da yaşayan ve trol yapan dostlarda var, onlar kurallara uyuyorlar, ancak bazı yabancı trollerin hiç saygısı yok. Aslında trol gibi gırgırlarda en az 1,5 mil açıkta avlanmalılar. Onlar 18 mt derinlik serbest diye Karaburun sahillerinde hemen derinleşen denizi bahane gösterip, aynı yerin yanında sığ alanda da ağ çevirebiliyorlar. Denetim eksikliği de var, 1,5 mil yasağı gelse hiç değilse hangi derinlikte oldukları belli olur”

Balıkçılar, gırgır ve trollerin denetlenemediğini, kıyılara çok yakın avlanıldığını, kota uygulaması olmamasının da balık neslini kuruttuğunu dile getiriyorlar. Ağlarımızdan eskiden bol balık çıkarken şimdilerde ya eli boş ya da çok az balıkla dönüyoruz diyorlar. Biz bu açıklamaları kaydederken Ayvacıklı bir balıkçının basına yansıyan şu sözlerine tanık oluyoruz.

“Türkiye’de 1 milyon kişi balıkçılık yapıyor. Yunanistan’ın uyguladığı caydırıcı yasalar olmasa, Ege’de bir tek balık kalmayacak. Komşunun yasağı bizim de bereketli bir denizde avlanmamızı sağlıyor. Ancak Türk balıkçısı şu an Ege’de havyarlı balığı bilinçsiz şekilde avladığından bir katliama imza atıyor. Tarım Bakanlığının yanlış kararıyla”

Açık denizde Gırgır ile avcılık yapan ve Saipaltı Balıkçı Barınağından yumurtalı sardalya ve hamsi indiren bir balıkçıya “ne olacak bu gidişin sonu” diye sorduğumuzda boynunu kırıp bakanlık kararıyla avlandıklarını söyleyerek, başka bir katliamı örnek gösterip işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. “ Asıl orkinos avlayanları göreceksin. Balıklar şimdi yüklü, yani havyarlı, zor yüzüyorlar ve kolay avlanıyorlar, oysa bir atsalar yükü, kurşun gibi giderler, o zaman zor yakalarsın”

Yanlış kararlarla, para hırsıyla bugünü kurtarıp geleceğini düşünmeyen balıkçılık filomuzla denizlerimizi tüketiyoruz.

Aşırı ve yasadışı avlananlar, balıkçılıktan geçimini sağlayan tüm balıkçılara ve bu önemli besin kaynağından yararlanan tüm insanlara kötülük yapıyor.

Kıyı balıkçısından, gırgır ve trolle avlananlara kadar tüm balıkçılarımızın ve denizlerimizin geleceği sürdürülebilir balıkçılık yönetimi sisteminin somutlanmasından geçiyor.

Yetkililerin ve sorumluların, doğru kararlar alması, denetimlerin yapılması, büyük teknelerle avlananların bilinçli olarak yarınları unutmadan, bindikleri dalı kesmeden, avcılık yapmalarının sağlanması gerekiyor.
Denizlere ve balıklara soluk aldırmadan,

Soluksuzca süren avcılığın,

Balıklara üreme ve büyüme şansı bırakmayan bu gidişin önü mutlaka alınmalı.

Alınmalı ki tüm balıkçılarımız ve torunları gelecekte de avlanabilsin.

Türkiye’de 1 milyon kişinin balıkçılık yaptığı belirtiliyor. Türkiye, Akdenizin en büyük ve teknolojik olarak en güçlü balıkçı filolarından birine sahip. İşte bu nedenle öncelikle kendi denizlerimizdeki stokların sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekli. Deniz Rezerv Alanlarının, Deniz Koruma Alanlarının oluşturulması önemli.

Bunun içinde sadece Deniz ve Balıkçılıktan Sorumlu bir Bakanlığın oluşturulması, sağlıklı koruma stratejisi ve planının hayata geçirilmesi, kararların hayata geçirilmeden önce akademisyen ve doğa koruma örgütlerinin ve bilinçli balıkçımızın katılımının sağlanması, görüşlerinin alınması çok önemli!

Denizlerimiz tükenmesin…

Balıkçı dostlarla söyleşirken, yasadışı avlananların yürütülen çalışmalardan rahatsız olduğunu dile getirdiğimizde bir dostun, “olsun rahatsız olsunlar siz görevinizi yapıyorsunuz, hem bu işten ekmek yiyorsunuz” sözü üstüne birkaç satır yazma gereği duyduk.

Karaburun Yarımadası özelinde Karaburun Yarımadası YG-21 Gençlik, Kadın ve Çocuk (Yıldızlar) Meclisi ve Karaburun Yerel Fok Komitesi üyeleri ile birlikte pek çok kıyı ve deniz temizliği yaptık, Akdeniz Foku ve Habitatlarına yönelik bülten ve bildiriler hazırladık, dağıttık. Bilgilendirme çalışmaları yaptık. Yasadışı deniz avcılığının denetimi ve önlenmesi adına görevler üstlendik. Tarihi kültürel değerlerin belgelenmesi ve korunması denetimlerine katıldık. Sorunların çözümü adına yerelden ulusala ilgili birimlerle yazışmaları yaptık. Zeytin sineğine karşı zeytin ağaçlarına Eko-Trap tuzakları astık. Mordoğan Manal Mevkiinde Zeytinlik alan içinde Mermer Ocağı açılmasına karşı olduk. Balık Çiftliklerine karşı Karaburun-Mordoğan-Çeşme’de pek çok eylemi örgütledik. Tarım alanları ile zeytinlik alanların korunması, yasadışı imarın önlenmesinde yargıya başvurduk. Yarımadanın sorunları ve çözümleri konulu sayısız bilgilendirme ve eğitim toplantıları yaptık. Pek çok imza kampanyası yürüttük. Yarımada Gençliği adına projeler yürüterek, eğitim ve kültür çalışmalarıyla destek verdik.

Hiçbir çalışmayı maddi kazanç elde etmek amaçlı yapmadık. Yürütülen çalışmalardaki harcamaları ancak karşılayacak düzeydeki bütçeyi yürütme kurulu üyelerimiz ve dostlarla birlikte sağladığımız katkılar ile gerçekleştirdik.

“Doğa Koruma” adı altında kişisel çıkar için yola çıkmadık. Yaşadığımız Yere Sahip Çıkma bilinciyle, Sorumluluk ve Duyarlılıkla bu görevleri gönüllü olarak üstlendik. Yapılan çalışmalara ilgili birimlerden sadece demirbaş (Fotoğraf Makinası, Dürbün, Telsiz, Kamera vb.) desteği aldık.

İnsan hakları ve doğa koruma adına kimilerinin dediği gibi burnumuzu pek çok işe soktuk. Geçmişte çıkardığımız bültenlerde açıklamıştık. Değil destek, kimi zaman kendimizi mahkemelerde bulduk. “Aklandık”
Doğa Koruma adına yürütülen çalışmalarda yer almanızı, etkinliklerde katılım göstermenizi bekliyoruz.

İletişim Tel: 0 232 731 2919 / 731 3812

E.mail: karaburunci@gmail.com
karaburunci@yahoo.com

Ve bir kez daha vurgulamak gereği duyuyoruz. Her şey para değil.

Paranın satın alamayacağı şeyler var. Bunlar;

Gönüllülük,

Duyarlılık,

Sorumluluk,

Görev Anlayışı,

Özveri,

Yaşadığı Yere Sahip Çıkma Bilinci..

“Doğayla ilişkiniz nedir? Dünyayı sevmiyoruz. Ondan yalnızca yararlanıyoruz. Eğer insan dünyayı gerçekten sevseydi, dünyadaki şeyleri kullanırken daha tutumlu davranırdı”¦Bir tarlaya ağaç dikip “ bu benim” demek aptalcadır. İnsanın ancak bencillikten kurtulduğu zaman, yalnızca doğaya değil, aynı zamanda insanlara ve yaşamın bitmez tükenmez meydan okumalarına karşın duyarlılık kazanma olasığı vardır.

Dünyayı ve dünyadaki şeyleri sevmediğimiz, onlardan yalnızca yararlandığımız için yaşamla bağımızı yitirdik. Şefkat duygumuzu, duyarlılığımızı, güzel şeylere tepkimizi yitirdik; doğru ilişkinin ne olduğunu ancak bu duyarlılığın yeniden kazanılmasıyla anlayabiliriz”.
Khrisnamurti

“Çevre kirlenmesinin arkasında, uygarlığın tüm değerleri ve biçimi var. Bu nedenle de, kirlenme sorunu her şeyden önce bir uygarlık sorunu.

İnsan hem kirleten, hem de kirlenen durumda. Kirlenme, aynı zamanda insanın sadece dış dünyasını değil iç dünyasını da etkilemekte ve ona zarar vermekte.

Yaşamın özünde bencillik yoktur. İnsan kendi geliştirdiği ve ekonomik sistem olarak uyguladığı yanlışlıklardan kurtulmadan doğa ile uyumlu yaşam biçimlerine ulaşamaz” Çetin Göksu

“Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil”

Akdeniz Foku ve habitatları

Akdeniz Foku ve habitatları

Karaburun Yarımadası kıyılarında Akdeniz Fokunun (Monachus monachus) bulunması ve önemli habitatları (yaşam alanları)nın olması denizimizin temizliğinin (Deniz ekosisteminin sağlıklı olduğunun) ve ayrıca bölgenin eko turizm adına değerinin bir göstergesi. Mordoğan Ayıbalığı mevkiinde bulunan Akdeniz Foku Mağarası sadece yarımadanın değil tüm Akdenizin en önemli mağaralarından. Akdeniz Foklarının son sığınaklarından olan bu mağaraların korunması denizimizin korunmasıyla eşdeğerli.

Akdeniz Foku ve habitatları uluslararası antlaşmalar (Barselona ve Bern Sözleşmesi) gereği korunması gereken alanlardır.

Kıyı balıkçısı ve Akdeniz Fokları aslında ortak bir kaderi paylaşıyorlar.
Denizlerdeki aşırı ve yasadışı avcılık deniz altı zenginliğinin azalmasına neden oluyor. Yarımadadaki kıyı balıkçısının ağından, çökertme dalyanı ile avlanan balıkçının ağından her geçen gün daha az balık çıkıyor.

Yetmişli, seksenli yıllarda yüzlerce kefalin bir seferde çekildiği dalyan avları artık bir masal niteliğinde.

Balıkçımız gibi denizlerin bu sevimli canlısı Akdeniz Fokları da zor durumda. Dahası kıyı balıkçısının ağından balık alması ve bunu yaparken de ağları yırtması balıkçımızın canını bezdirmekte.

Ancak asıl suçlanması gereken denizlerde yasadışı ve aşırı avlanan trol ve gırgırlar, sığ sularda dibi tarayan avcıların deniz ekosistemine zarar veren uygulamaları.

Küçük gözenekli ağlarla, yüksek ışıklarla yavru balık ve kalamarları avlayarak bu canlıların büyüyemeden ve üreyemeden tükenmelerine neden olanların, gece zıpkınlarla dalarak sinarit, orfoz, lagos, ahtapotları yok edenlerin, balıkları ağlarla çevirip içine dalıp vuranların, kışın kefal ve levrek sürülerine gizlice bakir koylarda dinamit atanların yaptığı katliamlar asıl sorun.
Denizlerimizdeki bu yanlış uygulamaların biran önce denetlenmesi ve engellenmesi gerekli.

Aşırı hırs ve kar uğruna yapılan bu avcılık yöntemleri devam ederse ne denizlerimizde balık, ne kıyı balıkçısı nede Akdeniz Fokları kalacak.

Akdeniz Foklarının ve kıyı balıkçılarımızın sorunları ortaktır. Sadece para uğruna yapılan aşırı ve yasadışı avcılık doğadaki tükenişi hızlandırmaktadır.

Dünyada en zeki tür olduğunu söyleyen insanın, kendi dışındaki türlere karşı duyarlı olması ve koruma bilinciyle davranması gerekiyor.

Yapay deniz barınakları – Doç. Dr. Gökdeniz Neşer

Yapay deniz barınakları - Doç. Dr. Gökdeniz Neşer
Yapay deniz barınakları projelerine, deniz alanlarını aşırı avcılıktan korumak, o yöredeki canlı deniz kaynakları varlığını korunaklı hacimler oluşturarak geliştirmeye çalışmak, amatör balık avcılığı gibi dinlencesel etkinliklere ortam hazırlamak ve geri dönüşüm için yeni alan gereksinimini karşılamak gibi birbirleriyle etkileşim içinde olan amaçlarla günümüzde sıklıkça başvurulmaktadır.

Ülkemizdeki yapay deniz barınağı çalışmaları, Dünyadaki ilk uygulamalardan alışık olduğumuzun tersine çok da geç kalınmamış olarak, fakat son derece mütevazi boyutlarda ve İzmir odaklı üniversiter kurumların öncülüğünde Ege Denizi’nde bilimsel bir titizlik içinde başlatılmıştır ve halen de aynı özen ile yürütülmektedir. Yapay deniz barınağının tasarımı, imalatı ve uygun yerler bulunarak yerleştirilmesi, aralarında tasarımcıların, deniz teknologlarının, denizel yerbilimleri, canlı deniz kaynakları, deniz kimyası ve deniz fiziği bilim dallarını kapsayan deniz bilimcilerin yeraldığı çoklu disiplinli bir ekip çalışmasını gereksinmektedir.

Yapay deniz barınakları, biyolojileri ve ekolojileri konusundaki eldeki bilgilerin sınırlılığına karşın önemli ve oldukça popüler bir ‘mevcut kaynakları iyileştirme yöntemi’ olarak kabul görmüşken, balık popülasyonunu belli yörelerde yoğunlaştırmak ve biyolojik kaynakların doğal üretimi arttırmaya yardımcı olmakla balıkçılık etkinliklerini özellikle ekonomik olarak güçlendirmektedir.

Habitat iyileştirmesi anlamında çok şeyler vadeden yapay barınak projelerinin, uygun ön araştırmaları ve uygulama teknolojilerini gözeten, böylelikle kamusal veya özel fonların etkin ve verimli kullanımına yardımcı olacak bütünleşik bir yönetim stratejisiyle yaşama geçirilmesi gerekliliği vardır. Bu bağlamda,

1) Öncelikle yürütülecek projedeki AMAÇ doğru saptanmalıdır. Yapay barınaklardan doğrudan doğruya tenezzüh veya ticari balık hasatını iyileştirmek amacının dışında dalgakıran olarak veya kıyı erozyonunu önlemek, bazı hassas bölgeleri trolle avcılığın tahribinden korumak, balıkçı gemilerini ticaret gemilerinin rotalarından uzaklaştırmak, başka balık stokları üzerindeki av baskılarını azaltmak veya sadece ekolojik veya balıkçılıkla ilgili kuramları test etmek amaçlı yararlanılmaktadır. Yöreye özgü amaç, yukarıda sayılanların biri veya birkaçı olabilirken daha önce bilinmedik yeni bir hedef de proje bağlamında öne çıkarılabilir.

2) Seçilecek teknolojiyi ve dolayısıyla proje maliyetini etkileyen en önemli etken kullanılacak MALZEME’nin belirlenmesidir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde çoğunlukla atık malzemelerden yararlanılırken, Japonya Hükümeti’nin atık malzeme temelli projeleri desteklemediği bilinmektedir.

Ülkemiz özelinde ise, plastik temelli atık malzemelerden barınak yapımında yararlanılması, gerek kısıtlı kaynakların etkin kullanımı, gerekse anılan malzemeler için iyi bir geri dönüşüm seçeneği oluşturulması açısından son derece doğru bir yöntem olacaktır.

TASARIM VE ÜRETİM TEKNOLOJİSİ seçiminde ise, yöredeki olanaklar öncelikli olarak değerlendirilmelidir.
Bugüne dek gerçekleştirilmiş çalışmalarda, barınak sistemlerinin boyutları, form özellikleri, yerleşimleri konusunda biriktirilen deniz teknologlarının deneyimlerinden ayrıntılı bir şekilde söz edilmelidir.

3) DENİZ BİLİMCİLERİNİN ETÜDLERİ ise projenin başarı şansını arttıracaktır. Projenin uygulanacağı yöredeki ekoloji, habitanın ne ölçüde cezbedileceği ve geliştirilebileceğine ilişkin kestirimler onlardan gelecektir. Bununla birlikte, projenin yararlılığı ancak uzun yıllara yayılmış (en az beş yıl) izlemlerle anlaşılabilecektir ki, bu izlemler bir yapay barınak projesinin hem projeyi gerçekleştirenler, hem de benzer projeler üzerinde çalışan küresel kamuoyu için en önemli aşamalarıdır.

Sonuç olarak; birer ‘sürdürülebilirlik’ projesi olan yapay barınak projeleri, bu kavramın üç temel niteliği olan ‘ekonomilik’, ‘çevrecilik’ ve ‘yerel halkın katılım ve kazanımı’ bağlamında doğru yöntemlerle yürütülüp yararlar üretecek hale getirilmelidir. Konuyla ilgili deneyimli bir araştırmacının yaklaşık kırk yıl önce yaptığı ve bugün gerçekliği kanıtlanmış bir uyarıyı dikkate almak fena olamayacaktır: “Yapay barınak projeleri bilimsel ilkelere uygun olarak temellendirilmezse, sonuç en iyi ihtimalle hangi değeri ürettiği belli olmayan geçici bir soluklanma alanı, en kötü ihtimalle ise bir özel çıkar grubunun sadece kendi yutturmaca reklamını yapmasına yarayan bir denizel hurda yığını olacaktır.”

Bilinçle oluşturulmuş yapay barınaklarımızın çoğalarak konukseverliğimizin şöhretinin denizlere de taşınması dileklerimizle”¦

Doç. Dr. Gökdeniz Neşer
Dokuz Eylül Üniversitesi
Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü
Deniz Teknolojisi Anabilim Dalı Başkanı

“Doğa sürdürülebilir olmazsa, özgürlüklere ve katılıma dayanan toplumsal bir yaşam, demokratik ve ekolojik değerlere dayalı bir toplumda söz konusu olmaz”.

Karaburun Yarımadasında yaşayan Akdeniz Fokları sesleniyor

Karaburun Yarımadasında yaşayan Akdeniz Fokları sesleniyor

Mordoğan ayıbalığı bölgesinde bulunan mağara bizim evimiz. Aynı zamanda sağlık ocağımız, doğum hastanemiz. Yüzyıllardır bu mağarada uyuduk, dinlendik ve yavrularımızı doğurduk. Siz insanlardan ricamız tatil için geldiğiniz haziran ve eylül ayları arasında bizi rahatsız etmemeniz. Lütfen evimize yüzerek, zıpkınla dalarak, kanoyla, botla girmeyin. Çünkü bu aylar içinde acil doğum için burayı kullanmak zorunda kalabiliriz. Ancak hamile fok arkadaşlarımız sizin mağaraya her an gireceğiniz endişesiyle korkuyorlar. Hatta bu yüzden geçtiğimiz yıllarda bir anne fok yavrusunu suda doğurdu ve yavru öldü. Ölü yavruyu siz insanlar denizin dibinde buldunuz ve bu konu medyanızda da yer aldı. Bizler, mağara içindeki çakıl kısımda doğumlarımızı yapıyoruz. Doğumdan sonra da 4 ay mağara içindeki kıyıda yavrularımızı emziriyoruz. İşte bu yüzden evimize girmeniz biz ve yavrularımız için büyük risk. Evet, bizler bu mağaraya muhtacız. Burası son sığınaklarımızdan biri. Unutmayın bizler nesli tehlike altında olan memeli bir canlıyız. Amacımız size yasak getirmek, bu alanı yetkililerle görüşüp tümüyle size kapatmak değil. Sizlerde bu kayalık alanı seviyorsunuz. Burada buluşuyor, güneşleniyorsunuz. Ancak zaten bizlerin bulunduğu mağaralara giriş yasaklanmış durumda. O yüzden ricamız, mağara önünden denize atlamamaya dikkat etmeniz ve mağaramıza girmemeniz. Bazıları ağlardan balık alıyoruz diye bizleri sevmeyebilir. Ancak asıl suçlular denizlerdeki balık neslini tüketenlerdir. Aşırı ve yasadışı avlanan trol ve gırgırlardır. Gece zıpkınla dalanlardır. Sizlerin içinden doğasever insanlar bizleri gözlüyor, belgeliyor, korumada görev alıyor. Bu amaçla kurulan yerel fok komitesiyle biz foklar hakkında daha detaylı bilgi, öneri ve koruma amaçlı iletişim içinde olabilirsiniz. Telefonları 731 2919. Evet biz Akdeniz fokları siz insanlarla barış içinde bu alanı paylaşabiliriz. Sizlerden sadece sevgi ve yaşamımıza katkı bekliyoruz. Sevgiyle kalın, mutlu tatiller.

Lüfer’e hasret kalmayalım

Lüfer'e hasret kalmayalım

“İstanbul Lüfer’e Hasret Kalmasın!” sloganıyla Nisan ayı başlarında başlayan kampanyayı basından öğrendik. Kampanya kapsamında lüfer balığının yumurta bırakabileceği, yani soyunu sürdürebileceği boy olan 24 cm’ye varana kadar yakalanmaması, satılmaması, alınmaması gerektiği vurgulanıyor.

Lüfer’in Yavrusuna Çinekop Denir. Sarıkanat Denir.
Avlarsan Lüfer’i Yavrulayamadan,
Yakında Bütün Ailenin Soyu Tükenir!..

Lüfer’in ufaktan büyüğe kadar adları çinekop, sarıkanat, lüfer, kofana olarak biliniyor.

Kampanyayı başlatan Fikir Sahibi Damaklar’ın kurucusu Defne Koryürek ve Türk Denizleri Araştırma Vakfı (TÜDAV) Başkanı Prof Dr. Bayram Öztürk ile birlikte kampanyayı destekleyen İşletme Sahipleri, Şefler, Balık Severler, Balıkçı Kooperatifleri ve Greenpeace üyeleri ile Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü yetkililerinin bir araya gelip diyalog kurduğunu basından öğreniyoruz.

Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü denizlerimizde yapılan Su Ürünleri Avcılığını düzenleyen sirkülerden sorumlu.

İşte bu sirkülerde belirtilen lüfer için avlanma alt sınır olan 14 cm’nin, 24 cm’ye alınması için yapılacak değişikliğin Kurul toplantısına bile gerek kalmadan, Tarım ve Köy İşleri Bakanının oluruyla hayata geçebileceği belirtiliyor.
Bu kampanya da eldeki bilimsel veriler ışığında, doğa koruma ve sorumluluk bilinciyle tüm tarafların sorunun çözümü adına bir araya gelmeleri önem taşıyor.

“İstanbul Lüfer’e Hasret Kalmasın” kampanyasını desteklemek, ayrıca tüm deniz ürünlerinin yavru iken avlanmasına karşı olmak, türlerin devamlılığını sağlamak ortak görevimiz. Bu kampanyaya ait bilgiler ve destek imzası vermek için www.fikirsahibidamaklar.org’a başvurulmalı.

Denizlerde avlanma kurallarını belirten sirkülerde (tebliğlerde) yer alan tüm maddeler eko sistemin sürmesi adına.

Sirkülerde belirtilen balık türü boyları, avlanma zamanı, avcılığa kapalı alanlar, yakalanacak miktar vb. tüm belirtilen kuralların sadece doğa koruma adına, sürdürülebilirlik adına alındığının bilinmesi gerekli. İşte bu noktada yine sirkülerde belirtilen koruma ve denetimle görevli ilgili birimlerin, yetkililerin sorumlu ve duyarlılığı önem taşıyor. Çünkü Sirkülerde yasaklar yer alsa da avcılıkta sorumsuz ve bilinçsiz davrananların, yarını düşünmeden günü kurtarma ve hırs ile yapılan avcılığın denize, ekosisteme zararı çok büyük. Denizlerimizde büyük teknelerin ufak gözenekli ağlarla avlanması ya da kıyıya çok yakın yerlerde ağın üst üste binerek bir torba haline dönüşerek avlanması sonucu hem deniz çayırlarının, hem de balık ve kalamar yavrularının ne yazık ki katledildiğini biliyoruz.

Bu gidişin önü ancak duyarlı denetimle alınabilir. Biliyoruz ki denizlerde azalan Çıpra, Levrek, Sinarit, Lagoz, Eşkina, Saragoz, Kargaburun, Granyoz vb. türler artık çiftliklerde üretiliyor. Yapay ortamda beslenen, ilaçlanan, büyütülen çiftlik ürünlerinin denizin doğal ortamındaki gibi sağlıklı ve lezzetli olması mümkün değil. Bu ürünlerin sahil kasabalarındaki balık lokantalarında yer alması üzüntü verici. Bozulan ve yok edilen dengenin yerine insanın parasal dengesi için ortaya çıkan bu yeni üretim biçimi ne yazık ki gerçek ve sağlıklı çözüm değil. Önemli ve gerçek olan denizleri ve canlı türlerini tüketmemek.

Greenpeace’den denizlerimiz ve geleceğimiz adına önemli kampanya

Greenpeace’den denizlerimiz ve geleceğimiz adına önemli kampanya

“İstanbul Lüfer’e Hasret Kalmasın” kampanyası içeriğinde vurgulanan yavru balıkların avlanmaması yönündeki bilgiler geçen yıl Greenpeace tarafından duyurulmuştu.

“KÜÇÜK BALIK YOKSA BÜYÜK BALIK DA YOK!” sloganıyla yürütülen kampanya içeriğinde Greenpeace aşağıdaki açıklamayı yaptı:

“Yavru balık avlanması, deniz kaynaklarının ziyan edilmesidir. Çünkü, balıklar zamanından erken avlandıklarında, elde edilen verim doğal olarak daha düşük olur.
Ancak, aşırı avlanma nedeniyle büyük balıklar denizlerimizden her geçen gün kaybolduğundan, artık ne yazık ki onların yerine yavru balıklar yakalanmaktadır. Bu tabii ki hem bir kısır döngü hem de balık popülasyonu üzerinde ciddi bir tehdit yaratmaktadır. Unutmayın, küçük balık yoksa, büyük balık da yok!

Acilen, denizlerimizde biyo çeşitliliğin korunmasını garanti edecek ciddi bir yönetim planına ihtiyaç duyulmaktadır. Deniz rezervleri oluşturularak, ticari balık türlerinin yumurtlama-gelişme alanlarının belirlenmesi ve korunması gerekmektedir. Yaşam zincirlerinin en kritik aşamasında güvenli bir çevre yaratmak onların çoğalmalarına yardım eder. Olgunluk çağına gelen bir balığın, yumurtlayınca milyonlarca balık meydana getirdiği unutulmamalıdır.

Yavru Balık Avlamayın. Satmayın. Satın Almayın. Yemeyin!”