Anadolu Egesinin en batı ucunda yeralan, denize dik inen dağların ve çok sayıda kayalık koyların derin denizle çevrelendiği, doğal ve arkeolojik sit alanlarını da barındıran Karaburun Yarımadası, zengin bir karasal/denizsel biyoçeşitliliğe/ekosistemlere sahip ve insanının sosyo-kültürel yaşamını doğayla uyum içinde sürdürmeyi tercih ettiği nadir yerlerden biridir.
MÖ. 4000 yıllarına ait bulgulara göre, Anadolu’ nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Karaburun Yarımadası’nda, MÖ. 3000’li yıllardan itibaren sırasıyla Hititler, Yunanlılar, Persler, Romalılar ve Bizanslılar egemen olmuştur.1426 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından Osmanlı Devletine bağlanan Karaburun’un (eski adıyla Mimas), mitoloji de önemli yeri vardır. İlyada ve Odysseia’ nin yaratıcısı ünlü şair Homeros bu topraklarda doğmuş ve yaşamıştır. Homeros’un ünlü eseri “Odysseia”’ da rüzgarlı mimas olarak geçen “Mimas Dağı”, bugün Bozdağ diye adlandırdığımız dağdır. Karaburun’la özdeşleşen “nergis” çiçeği adını mitolojideki Narsisus’tan almıştır.
Yarımada halkı, bölgedeki varlığını sürdürebilmesinin yolunun doğa-insan uyumunun korunmasından ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımına dayalı, ekosistemle örtüşen, bütüncül bir değerlendirmeye dayalı planlı bir kalkınmadan geçtiğinin bilincindedir; bu nedenle kendi varlığı ile doğal yaşamı tehdit eden faaliyetlere ve yatırımlara karşı ortak bir kararlılık sergilemektedir.
Dolayısıyla, Yarımada’daki doğa yıkımını geri döndürülemez bir noktaya gelmeden durdurmak amacıyla, çalışmalarımızı Biyosfer Rezerv Alanı modeli üstünde yoğunlaştırdık.
Biyosfer Rezerv Alanı
Bu model UNESCO tarafından, yerelin katılımına ve insan faaliyetine izin vermeyen katı/merkezi korumacılık yaklaşımının alternatifi olarak oluşturulmuştur.
Bu nedenle, Biyosfer Rezerv Alanı, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem ile sürdürülebilir sosyo-ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin birbirlerini güçlendirerek birarada yaşamasına olanak sağlar; bir başka deyişle, doğal kaynakların korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını ifade eder.
Biyosfer Rezervleri modelinin temeli 1968 yılında yapılan “Doğal Kaynakların Korunması ve Kullanılması” konulu UNESCO Hükümetler Arası Genel Konferansı’nda atılmıştır. Türkiye UNESCO MaB Programı’nın (İnsan ve Biyosfer) üyesidir. Biyosfer Rezervleri bu programın temel uygulama aracıdır.
Biyosfer rezerv alanı, “doğal kaynakların ve biyo-çeşitliliğin korunması ile bunların sürdürülebilir bir şekilde kullanımını nasıl uyumlu hale getirebiliriz?” sorusuna verilen rasyonel bir yanıttır.
Biyosfer rezervleri UNESCO’nun İnsan ve Biyosfer (MaB) programı çerçevesinde uluslararası düzeyde tanınan alanlardır. Bu alanlar, ilgili devletin talebi üzerine MaB programının Uluslararası Koordinasyon Komitesi tarafından belirlenir.
Biyosfer rezerv kavramında ağırlığın bitki ve hayvanlara verildiği bir doğa koruma yaklaşımından çok bir ekosistem içinde insan rolünün ve insancıl yaklaşımın öne çıktığı bir doğa koruma tarzı önerilir.
Biyosfer rezervinin temel ilkelerinden biri de, bu alanların insan merkezli işlevini daha fazla ön plana çıkarmak, kültürel ve biyolojik çeşitlilik arasında bağlantı kurmak ve sürdürülebilir kalkınma çabaları içinde geleneksel bilginin etkinliğini arttırmaktır.
Korunan alanlar tek bir amaç için belirlenirken, biyosfer rezervleri çok amaçlıdır. Örneğin, korunan alanlarda temel amaç doğanın korunması iken, biyosfer rezervlerinde doğa korumaya ek olarak kalkınma ve lojistik destek de söz konusudur. İkinci önemli fark da şudur : Korunan alanlar yetki ve sınırları kesin olarak belirlenmiş yöneticiler aracılığıyla/merkezi otorite tarafından yönetilir; yani, alana ilişkin her tür müdahale ve/veya değişiklik kararı merkezden verilir. Oysa, biyosfer rezervleri tarafların katılımı ve koordinasyonu ile yönetilmektedir.
“Taraflar” : Belirlendiği alanda biyosfer rezervini planlama ve yönetme mekanizması içinde yer almaları ve birlikte çalışmaları öngörülen yerel ve ulusal kamu kurum ve kuruluşları, mülk sahipleri, doğa koruma kuruluşları, bilim adamları, turizmciler, çiftçiler, balıkçılar, özel yatırımcılar”¦Biyosfer rezervinin en ayırdedici özelliği bu insani boyutudur. Böylesi bir yönetim anlayışı yörede yaşayanları bölgenin ekolojik ve kültürel değerlerini etkileyebilecek dış siyasal, ekonomik ve sosyal baskılar karşısında güçlü kılar.
Biyosfer rezervlerinin, birbirini tamamlayan ve güçlendiren üç temel işlevi vardır :
- Koruma : Genetik kaynakların, türlerin, ekosistemlerin, peyzajların ve kültürel çeşitliliğin korunmasına katkıda bulunmak,
- Kalkınma : Sosyo-kültürel ve çevresel özelliklere saygılı sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmayı desteklemek,
- Lojistik : Yerel, ulusal ve küresel ölçekte doğa koruma ve kalkınma sorunlarına/çabalarına ilişkin bilimsel araştırma, izleme, eğitim ve bilgi değişimini desteklemek.
Biyosfer rezervi farklı kategorilerden korunan alanların (Milli Park, Dünya Miras Alanları, Özel Çevre Koruma Alanları gibi) birbirleriyle ilişkilendirilmeleri ve korunan alan yönetiminde doğa-insan ilişkisini rasyonel bir şekilde kurmak amacıyla bu alanların tamamını kapsayan bir şemsiye olarak da belirlenmektedir.
Yarımada’da Doğal Sit Alanı, Yaban Hayatı Koruma Sahası ve Balıkçılığa Kapalı Alan yasal olarak koruma sağlamaktadır. Hali hazırda yasal açıdan koruma altında olan yerlerin biyosfer rezerv alanı olarak belirlenmesi tercih edilen bir yöntemdir.
Doğal kaynaklardan yararlanma ve doğa koruma çalışmalarının birlikte yürütülebilmesi için biyosfer rezervleri mutlak koruma alanı, tampon alan ve gelişme/geçiş alanı olmak üzere üç temel alan uygulamasını öngörmektedir.
- Mutlak Koruma Alanı/Çekirdek Alan : Yasal olarak koruma altına alınmış/alınması gereken peyzajları, ekosistemleri ve türleri kapsar. Sadece bu alan ulusal mevzuat tarafından korunur. Mutlak koruma alanında bilimsel araştırmalar, izleme çalışmaları ve zorunlu hallerdeki yerel halkın geleneksel kullanımları hariç insan faaliyetleri söz konusu değildir.
- Tampon Alan; Mutlak koruma alanını çevreleyen ve sınırları açıkça belirlenmiş alanlardır. Bu alandaki faaliyetler koruma amaçlarıyla çelişmeyen ve doğa korumaya destek olan faaliyetler olmalıdır. Bu faaliyetler çoğunlukla bilimsel araştırmaları (doğal vejetasyon yapısının ortaya konulması, tarım alanları, ormancılık, balıkçılık, ürün kalitesinin artırılması, bozulmuş ekosistemlerin rehabilitasyonu gibi), eğitim, turizm ve rekreasyonel (doğa turizmi ve sporları, treking, jogging, terapötik rekreasyon, kuş gözlemciliği, fotoğrafçılık gibi) kullanımları da kapsar.
- Geçiş/Gelişme Alanı : Mutlak koruma ve tampon alanlarının dışarıya doğru uzantısı olup, tarımsal faaliyetler, yerleşme yerleri ve diğer kullanımların bulunduğu alanlardır. Yerel halk, koruma kurumları, bilim adamları, sivil toplum kuruluşları, kültürel gruplar, özel yatırımcıların vb bu alanın daha sürdürülebilir kullanımı ve yerel halkın kalkınmasına dönük yönetimi için birlikte çalışmaları gerekmektedir. Geçiş bölgesini gittikçe genişletmek ve biyosfer rezerv alanlarını sürdürülebilir bölgesel kalkınma çabalarında model alanlar olarak kullanmak temel ilkelerden biridir.
Alan yönetim birimleri ihtiyaç duyduğunda bu alanlarda değişikliklere gidebilir.
Biyosfer rezervi kavramının en güçlü olduğu yönlerinden biri de, çok çeşitli durumlarda uygulabilmesine olanak veren esnekliği ve yaratıcılığıdır.
Özellikle biyo-çeşitlilik üzerine yapılmış araştırmalar göstermiştir ki; ülkemiz biyolojik çeşitlilik itibariyle Avrupa Kıtasından daha zengindir. Türkiye’deki bitki genetik çeşitliliği, dünya ılıman kuşağı kültür bitkilerinin en önemli gen kaynağını oluşturmaktadır
BİYOSFER REZERV ALANI OLARAK KARABURUN YARIMADASI
Sayın Sibel Sarıçam’ın 2007 yılında yaptığı ‘’İzmir İl Bütününde Biyosfer rezervalanları Araştırmaları/Karaburun Yarımadası Örneği’’ konulu doktora tezi çalışmasında, Karaburun Yarımadası’nın Doğu Akdeniz havzasında en az zarar gören alan olduğu, ancak bazı faaliyetlerin alanı tehdit etmekte olduğu, Yarımada’nın antropojenik etkilenmenin en az yaşandığı, doğal ve kültürel özelliklerini koruyabilen nadir alanlardan biri olduğu belirtilmiştir. Yarımada aynı zamanda, sürdürülebilir alan kullanım biçimlerinin ve aktivitelerinin yapılıp geliştirilebileceği bir potansiyele sahiptir.
Çalışmada; Karaburun Yarımadası’nın , insan müdahalesinden az etkilenmiş bir ekosisteme sahip olmak, biyoçeşitlilik açısından önem taşımak ve sürdürülebilir kalkınma çabalarına örnek olabilecek olanaklar sunmak olarak belirlenen biyosfer rezerv alanlarının bu üç ana kriterini tüm olumsuz gelişmelere rağmen hala karşılamakta olduğu sonucuna varılmıştır.
Karaburun Yarımadası ve Karasal-Kıyısal-Denizsel Biyoçeşitlilik
Karaburun Yarımadası kıyı, deniz, dağ, orman, sulak alan gibi farklı ekosistemlere sahip olması nedeniyle zengin ve önemli bir biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapmaktadır.
Yarımada, “Sıfır Yok Oluş Bölgesi” içinde ve “Başka Yerde Olmayanlar” sınıflandırmasında dünyada önemli bölgeler içinde yer almaktadır. “Başka Yerde Olmayan” sınıflandırması yapılmış alanlarda önemli (endemik) bitki türleri vardır. Bu alanlarda Başka Yerde Olmayan hassas bir ekosistem, bitki, hayvan türleri mevcuttur.
Fauna
Nesli tükenmekte olan ve ulusal/uluslararası düzeyde koruma altına alınan Akdeniz foklarının (Monachus monachus) üreme ve yaşam alanı olan Karaburun Yarımadası, nesli tehlike altındaki Su samuru (Lutra lutra) ve Karakulak (Caracal caracal) gibi türleri de barındırmaktadır.
Karaburun Yarımadası, biyolojik çeşitliliğin ve koruma önceliklerinin belirlenmesinde ve sağlıklı çevre tanımlamasında en önemli göstergelerden biri olarak değerlendirilen çok önemli bir kuş popülasyonuna sahiptir. (200’ün üzerinde türü bulunduğu tahmin edilmektedir.)
Karaburun Yarımadası’nda üreme ve yaşama alanları bulunan Ada Martısı (Larus audouinii) nesli tükenmekte olanlar sınıflandırmasındadır ve küresel ölçekte koruma altındadır; Yılan Kartalı (Circaetus gallicus), Küçük Kerkenez (Falco naumanii), Ada Doğanı (Falco eleonorae) gibi yırtıcı kuşlar uluslararası ölçekte nadir/azalan kategorisindeki türler arasında sayılmaktadır. Bunlardan, Türkiye’de sadece Ege ve Akdeniz kıyılarında bulunan Ada Martısı popülasyonunun 20-50 çiftle sınırlı olduğu tahmin edilmektedir (BirdLife International, 2007).
Bölge, bir kıtada veya kıtalar arasında uzanan yaşam birliklerine (biyomlara) bağımlı, genellikle kendilerine benzer ekolojik gereksinimleri olan bir dizi diğer canlıyla beraber yaşayan kuş türlerini de barındırmaktadır. Karakulaklı Kuyrukkakan (Oenanthe hispanica), Zeytin Mukallidi (Hippolais olivetorum), Küçüksıvacı (Sitta krueperi), Maskeli Örümcekkuşu (Lanius nubicus), Bıyıklı Ötleğen (Sylvia cantillans), Maskeli Ötleğen(Sylvia melavocephala), Kara Boğazlı Ötleğen (Sylvia rueppelli), Boz Kirazkuşu (Emberiza cineracea), Kızıl Kirazkuşu (Emberiza caesia) Yarımada’da varlığı bilinen biyoma bağlı türlere örnektir. Biyoma bağlı türlerin yaşam alanına yapılan bir müdahale, bu türlerin büyük kısmının toplu olarak yok olmasına neden olabilmektedir (Kılıç ve Eken, 2004). Dolayısıyla yaşam ortamlarının devamlılığını sağlamak gereklidir.
Karaburun Yarımadası, Türkiye’nin de imzacısı olduğu Bern Sözleşmesi uyarınca yasal olarak koruma altına alınan yarasa türleri ve habitatları bakımından zengin bir bölgedir. Tek bir mağarada yaşayan bir yarasa kolonisi, gece boyunca tonlarca sivrisinek, güve ve benzeri böceği yiyerek bu canlıların popülasyonunun kontrolünde önemli bir rol üstlenirler; bitkilerde tozlanmaya yardımcı olmaları ve tohum yaymaları sebebiyle, geleneksel tarımsal faaliyetlerin doğal destekleyicisi olmanın yanısıra ekolojik dengenin korunmasında da önemli bir işlevleri vardır.
Flora
Yarımada tehdit altında olan ve ekonomik açıdan değerli pek çok karasal bitki türüne de ev sahipliği yapmaktadır. Bunlar dört bölüme ayrılabilir :
1) Tıbbi Amaçlarla Kullanılabilecek Olan Cinsler
Delphinium, Nigella, Papaver, Viola, Malva, Linum, Trigonella, Ferula, Quercus, Alkana, Hyascyamus, Origanum, Salvia, Satureja, Sideritis, Teucrium, Thymus, Verbascum, Rubia, Valeriana, Helichyrsum, Scolymus”¦
2) Süs Bitkileri Olarak Kullanılabilecek Cinsler
Anemone, Delphinium, Viola, Dianthus, Cyclamen, Globularia, Centaurea, Allium, Fritillaria, Muscari, Ornithgalum, Scilla, Tulipa”¦
3) Endemikler
Erodium absinthhoides ssp. Absinthoides, Minuartia anatolica var. Anatolica, Colutea melanocalyx ssp. Davisiana, Trigonella smyrnea, Aristolochia hirta, Campanula lyrata ssp.lyrata…
4) Endemik Olmayan Nadir Bitkiler
Erysimum pusillum, Cyclamen hederifolium, Globularia alypum, Sideria sipylea, Stachys cretica ssp. Anatolica”¦
Bu arada, İris Gölü sulak alanı ve çevresi hem kuşlar açısından zengin bir alan olup, hem de Avrupa ölçeğinde önemli türlerin gözlemlendiği bir alan olması dolayısıyla kuşların tercih ettiği bir yaşam ortamıdır. Alan aynı zamanda, Yarımada kapsamında sulak alan ekosistemini taşıyan önemli bir bölge olması yönünden ve sulak alan vejetasyonu açısından da önem kazanmaktadır.
Denizsel flora bakımından ise Karaburun Yarımadası denizleri, besin zincirinin birinci halkasında yer alan önemli bir oksijen kaynağı olan Deniz Çayırlarına (Posidonia oceanica) ev sahipliği yapmaktadır. Akdeniz’in oksijen stoklarını sağlayan, 1m²’de 10-
SONUÇ
Yarımada halkının varlığına ve sosyo-ekonomik gelişimine yönelik beş temel risk vardır :
1) Gençlerin göç etmesi ve yaşlı nüfus,
2) Arazilerin el değiştirmesi, ikinci konut ve kıyı yapılaşması,
3) Balık çiftlikleri ve Taş-Mermer-Maden ocakları gibi kısa ömürlü tahripkar yatırımlar,
4) Yenilenebilir-temiz enerji üreten RES’lerin talancı-yayılmacı bir anlayışla kurulması,
5) Artan kontrolsuz su ürünleri avcılığı,
6) Çıkış yolu bulamaması ve umutsuzluk.
Oysa, bölgemizin en önemli sermayesi yine korunmuş doğası, iklim şartları, doğal ürünleri ve elbette doğayla uyum içinde yaşayan insanlarıdır.
Sanayi tesislerinin olmaması, küçük ölçekli tarımsal üretim nedeniyle kimyasal gübrenin yaygın olarak kullanılmaması, Türkiye’de ve dünyada talebin hızla arttığı ancak arzın çok kısıtlı olduğu organik tarıma olanak sağlamaktadır.
Bu nedenle, Karaburun İlçesi, tarımsal ve hayvansal ürünleri ile kendiliğinden “doğal ürün” markası olmuştur:
Karaburun’un simgesi haline gelen keçi, yüz yıllardır süregelen kırkım şenlikleri, yöreye özgü peynir çeşitleri ile Yarımada kültürel değerlerinin çok önemli bir parçasıdır. Keçi yetiştiriciliği halkın başlıca gelir kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Ülkemizde değeri henüz anlaşılmakta olan besin değeri yüksek doğal keçi sütü ve peynir üretimi Yarımada’a mutlaka geliştirilmesi gereken bir sektördür.
45-50 yıl öncesine kadar ihracata konu olan ve geliştirilmeye çalışılan üzüm yetiştiriciliği, doğal olarak yetişen fitoterapik bitkiler ile sakız ve defne ağaçları, mandalina, nergis ve sümbül gibi ürünler; Karaburun’a has kefal türlerini de içeren kıyı ve dalyan (çökertme) balıkçılığı; enginar, işlem gerektirmeden yenen Hurma zeytini; jeomorfolojik-coğrafi yapısı ve korunmuş doğasının zengin olanaklar sunduğu yürüyüş, dağcılık, bisiklet, mağaracılık, sualtı dalış ve yelkencilik, kamping gibi turizm amaçlı sportif faaliyetler; eski taş evleri, çeşme, değirmen, camileri ve geleneklerini sürdüren köyleriyle kırsal turizm, eko ve agro turizm gibi alternatif turizm faaliyetleri; tel kırma, sepetçilik gibi geleneksel el sanatları; restore edilerek turizme açılması mümkün terkedilmiş Rum köyleri, vb Karaburun’un geliştirilmeyi bekleyen mevcut ve potansiyel sosyo-ekonomik ve kültürel varlıklarıdır.
Yapılması gereken, yeni yasayla genişleyen Karaburun Belediye sınırlarını kapsayacak bütüncül bir plan çerçevesinde, mevcut ve potansiyel değerlerin koruma-kullanma dengesini gözeterek geliştirilmesi ve katma değerli ürünlere dönüştürülmesini sağlayacak projeler ile destek/teşvik mekanizmalarının oluşturulması ve hayata geçirilmesidir.
Karaburun Kent Konseyi tüm bu nedenlerle Yarımada’nın:
– Doğa-insan dengesinin sonunu getirecek kısa-orta ömürlü yatırım ve çıkarlara kurban edilmemesi,
– Yukarıda belirttiğimiz riskleri durdurarak umutsuzluğu umuda çevirecek, ekosistemlerle uyumlu, güvenli ve mutlu bir geleceği inşa edebilmek için en etkili ve rasyonel modelin, koruma-kullanma dengesini en iyi şekilde kuran Biyosfer Rezervleri olduğu ve Yarımada’nın Biyosfer Rezerv Alanı ilan edilmesi gerektiği görüşündedir.
KARABURUN KENT KONSEYİ